BİR KİTAP : DÜŞÜŞ
1008 Kere Okundu
BİLİNÇ-FARKINDALIK VE “DÜŞÜŞ”
ÜZERİNE
Bilinç bireyde ne şekilde oluşur? Diğer canlıların doğa ile
kurduğu özdeşlik ilişkisinde
değişmeyen içgüdüsel hareketleri ve birbirleriyle kurdukları iletişim
şeklinde ise sessel
sinyalizasyondan ibaret kalan davranış
formları, aynı yolculuğun benzer basamaklarından geçen insan türünde
binlerce yıllık zaman ve mekan deneyimi içinde değişim geçirmiş, doğa
ile özdeşlik kırılmış, dil anlatı kazanmıştır. Fenomenlerle girilen her ilişkide birey gördüğü gerçekliği
zaman ve mekandan bağımsız parçalar ve zihninde bilinç olarak yeniden kurar. Bilinç geldiği noktayı “dil” ile dışa vurur ve her yeni doğan canlı kendi zamanının ve
uzamının diyalektik ilişkilerinde geçmişten gelen dil kazanımları ile maddenin ürünü olan bilince sahip olarak yaşam
yolculuğuna başlar. Peki farkındalık bireyde ne zaman başlar? Zekayı doğuran bilinç, düşünüre göre, her insana aynı
şekilde verilmiş ancak bilincin gelişim evreleri her insanda farklı
gelişmiştir. Uygarlıkları yaratan, toplumsal ve bireysel gelişim farklılıklarını
yaratan da bu değil midir? Varoluşçu psikoterapinin en önemli düşünürlerinden
Rollo May’e göre eşsiz bir şekilde insana ait olan farkındalık ile dünyadan gelen tehdit algılanır.” O halde dış dünyadan kişisel dünyamıza
gelen tehditler nelerdir? Egemen olan sermaye sınıfının (günümüzde burjuva sınıfının), üretim
ilişkilerinin istediği tarzda devam etmesi için kurduğu sistemin yönetilen
halkların (günümüzde proleter sınıfın)
çıkarına olmadığını gizlemek için yarattığı bilinçten kurtulmak,
devletin baskı aygıtlarının ( yasalar-ordu-mahkemeler-polis ) ve
ideolojik aygıtların (
okul-din-aile-medya vs) gerçek işlevinin farkına varacak olan bilinci kurmak nasıl mümkün olur? Malum baskı aygıtlarının doğal olarak bir toplumu bir arada tutacak bağları
sağlayamaması karşısında, toplumsal
anlamda yaşanan bütün kırgınlıkları ortadan
kaldıracak, hakim düzenin değişmezliğini
ve bunun ilahi bir iradenin sonucu olduğunu sürekli hatırlatacak ideolojik
manipülasyon araçlarına daima ihtiyaç vardır. İdeolojiler tarafından çerçevesi
çizilen cemaat toplumu içinde “biz” olmanın iğdiş edilmiş ruhsuz bilincinden sıyrılamadan,
yani “ben” bilincini kazanamadan, farkında olmak -
çağın insanı olmak- mümkün olabilir mi? Sorgulanmaksızın kabul edilen değerlerle
insan yaşam yolculuğunu insana yakışır
şekilde tamamlayabilir mi? Bilinç yüzeydir diyen Nietzsche veya bilinç hiçbir şeydir diyen Freud’un
düşünce dünyasında yarattığı sarsıntılar karşısında
21.yy’ın bireyi ideolojilerin yapay imgeler bombardımanı karşısında artık
nasıl bir tavır alacak; evren karşısında
nasıl bir tavra sahip olmak çağa yakışır
bir anlam dünyası yaratmak için gereklidir? Albert Camus’un 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alarak taçlanan “Düşüş” öyküsü farkındalığı- özbilinci yaşamının kişisel tüm alanlarına taşıyan, sadece bedeninin hazları
değil, tüm sinirleriyle tüm damarlarıyla bilincinin giriştiği tüm eylemler ve
sözlerin altında yatan gerçek anlamın da farkında olan bir hukukçunun öyküsüdür. Onun
meselesi yukarıdaki paragrafta anılan devletin ideolojik manipulasyonu ile
hiçbir şekilde ilgili değildir.O zamanın kazanan sınıfına düşmüştür.Onun yaşamı,
Rollo May’in farkındalıktan geçilen bilinç hiyerarşik derecelendirmesinin tam tersine,
bilinçten farkındalığa giden yani dış dünyadan gelen tehditleri algılamanın
bilincinden, bu tehditlerin tehdit edilen olarak öz bilince geçiş aşamasıdır.Ancak
eserin tamamına hakim olan fon modern yaşamların çıkışsızlığının bir eleştirisidir; Clamence’ın düşünsel farkındalığı
o boyuta gelmese de.. Bir zamanlar Paris’li bir avukat olan Jean Baptiste Clamence tipik bir kent soyludur.
Bir gece yaşadığı olay nedeniyle şimdi artık o bir cezaevi yargıcıdır. Hiç tanışmayacağımız
3.bir şahsa anlatır hikayesini. Geçmişteki
yaşamı bir yabancı aracılığı ile tüm
dürüstlüğü ve yalınlığı ile ortaya dökülür.
O tarihlerde sadece soyluların değil, dul ve yetimlerin davalarına da giren,
cübbesinin kol yenlerinin harekete geçmesi için müşterisinden kurban kokusunu
alması yeterli olan bir avukattır. “Yüreğim kol
yenlerindeydi sanki. gerçekten adalet her akşam benimle yatıyor sanırdınız.
Görseydiniz sesimin tonundaki uygunluğa, coşkumdaki gerçekliğe,
savunmalarımdaki inandırıcılığa ve sıcaklığa; kendimi tutan öfkeye hayran
olurdunuz eminim” Özellikle suçlu olanların davalarını alan ve onları
savunurken nasıl büyük doyumlar elde ettiğini itiraf eden Clamence, kimseden
rüşvet almadığını, hiçbir devlet görevlisine dalkavukluk yapmadığını vs bahsederken
bu davranışları ile toplumda nasıl büyük
bir itibar kazandığını ifade eder. “Gerçekten de cennet bu
değil miydi azizi bayım; doğruları kavrayarak yaşamak? Clamence karakteri bir hukukçudur; bu mesleği yapmasak dahi
tüm yaşamımızın birileri hakkında değerler ortaya koymak yani yargılamak olduğu
düşünülürse dizisel yan anlam olarak avukat mesleğinin eserde kapladığı işlev açıktır.
Clamence herkes gibi her saat her şeyi yargılar, kendisi de bu yargılamadan doğal olarak
kaçamaz. Eserin tamamına hakim olan suç-suçlu-adalet-hukukçu kavramlarına bakış açısı, egemen olan sistemin baskı aygıtlarının kuruluşundaki gizli niyetinin kişisel yarar alanında yeniden ifşasıdır. Clamence için tüm toplumsal normlar, uyulması gerekli gelenek
ve görenekler aslında yapan kişiye statü kazandıran ve doyum sağlayan davranış
kalıplarıdır. “Nezaketten söz
edelim.terbiyeli olmak bana gerçekten büyük sevinçler veriyordu.Bazı sabahlar
otobüste ya da metroda yerimi, görünürde kime layıksa ona bırakmak,yaşlı bir
kadının düşürdüğü bir şeyi yerden alıp iyi bildiğim bir gülümsemeyle ona vermek
ya da salt benden daha acelesi olan bir kimseye tuttuğumu taksiyi bırakmak şansına erersem günüm bu yüzden
aydınlanıyordu..” Yüzeyde yaşanan her olgunun çıplak gerçekliğini aşarak derinde
görünmeyeni ortaya koyarken, kabul etmek istemeyeceğimiz, dışarıdan görülmesine
asla izin veremeyeceğimiz duygularla hareket ettiğimiz iddia etmesi sarsar
okuyucuyu. Ölüm karşısında aldığı konum da bu karakterin tipik tezahürüdür. “Duygularımızı yalnız
ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızın
kadar severiz, değil mi?ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza
ne kadar hayranızdır.Saygı o zaman doğal olarak gelir;belki de tüm yaşamları
boyunca bizden bekledikleri o saygı!Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep
daha dürüst ve daha cömertizdir?Nedeni basittir.Onlara karşı bir yükümlülüğümüz
yoktur da ondan.özgür bırakır bizi onlar…”Barodan tanıdığı bir yargıcın karlı
soğuk günde cenazesine katılırken gerçek düşüncesi “ benim o cenazede bulunuşum
dikkatleri çekecek ve lehime yorumlanacaktı.” Clamence hayatımızın her alanında ruhumuzun olumlu olumsuz yükleri
olan değerlerle kurduğu ilişkilerin tamamen kendi çıkarcı dünyasına nasıl hizmet
ettiğini gösterir. Hiç tanımadığı birisine karşılıksız yardım etmek, bir dostu
bir gece aramak, bir kadınla birlikte olmak ve tüm bu ilişkilerde cömert olmak,
nazik olmak,yarınlarını düşünmek, kazanacağı itibarı düşünmek..Statüsünü
iktidarda tutmak için bol bol ödün vermek. “Şurası muhakkak ki kendi üzerimdeki uzun
araştırmalardan sonra insanın yaratılışındaki o derin çift yönlülüğü gün
ışığına çıkardım. o zaman belleğimi kaza kaza, alçakgönüllünün parlamama,
küçülmemin yenmeme ve erdemin ezmeme yardım ettiğini anladım. Barışçı yollarla
savaş açıyordum ve en sonunda çıkar gütmezlik yolu ile göz diktiğim her şeyi
elde ediyordum.” Ancak bir gün bir an gelir kurduğu bütün dekorlar yıkılır,
zihniyet birden farkındalığı başka mecralara taşır. Korunaklı limanları
darmadağın olur Clamence’ın. Kendi ikiyüzlülüğünü, gerçek niyetini, yalanlarını
herkese anlatmak ister.Artık asıl yapmak istedikleri ile çıkacaktır toplumun
karşısına, körlere yardım etmeyi bırak tekmelemeyi, metroda süt bebeklerini
tokatlamayı, işçilerin çalıştığı yapı iskeletlerinin altına “pis yoksul” yazmayı
düşündüğünü ve bundan alacağı sinsi o büyük hazzı hayal eder.Ve adalet
kelimesinin onu nasıl da tuhaf öfkelere düşürdüğünü. Clamence’ın yaşamındaki değişim Paris’te bir gece yarısı Arts
köprüsünden geçerken başlar; tam arkasında duyduğu bir kahkaha! Dönüp arkasına
baktığında kimse yoktur. Uzaklaşır oradan ama kahkaha takip eder onu. O
kahkahanın sebebi yoktur, hiç bırakmaz peşini. Yine o günlerde yaşadığı bir
kavgada ilk defa kendisine kendi düşünüldüğü gibi bakmadığını hisseder toplumun,
sarsılır. Tüm yaşamı boyunca sadece kendini seven ve her eyleminde
temelini bu duygu sağlayan kişinin değişmesi kolay mıdır? Meslek değiştirmekle,
şehir değiştirmekle kişi istediği düşünsel değişimi sağlayabilir mi? Özellikle modern dünyanın burjuvası her şeyin bilincine erdiği vakit ,yaşamda her zaman saçma ve absürt olanı görüyorsa, gerçek iyileşme
nasıl mümkün olacaktır? "Gerçek hastalık olmadan gerçek iyileşme olmaz" diyen R.May, bireyin
kendi varlığını kazanabilmesi için geçmişten getirdiği kendi varlığını tamamen gözden
çıkarabilmesi gerekliliğini söyler. Ona göre birey hastalıkla, kaygıyla, acıyla
yeni durumunu hazırlayabilmelidir. “Farkındalık ile dış dünyadan gelen tehdit algılanırken,
özbilinç ile kişi kendini tehdit edilen olarak bulur.” Peki ama her zaman
yaptıklarımızın farkında olabilir miyiz? Olmalı mıyız? Yıllar sonra evine
tekrar dönen müzisyenin eşinin “neden yaptın?” sorusuna :”müzik gibi hiçbir
sebebi yok “ yanıtı! Ve İnsan her davranışının özbilincinde olunca düşüş
kaçınılmaz oluyorsa yapılması gereken ne? Dışarıdan dayatılan yaşamların tehdit edici dünyasını algılamanın çok uzağında bir bilinçle, uygarlık basamaklarının hala geri sıralarında yaşayan günümüz insanlık aleminin Albert Camus’nün “Düşüş” eserinde modern dünyanın tipik orta sınıf karakteri Clamance’in temsilinde anlattığı gerçek iyileşme belirtisi gösteren hastalığı idrak etmesi çok güç görünmektedir. " Ne kadar çok orada olursam o kadar az oradaydım" diyen bir yaşam modelinin içinde "yüzümden sorumluyum" diyen Clamence'ı anlamak.. Varlığını yeniden doldurmalar için tamamen boşaltmak! Çırılçıplak bir gerçeklik olarak kendine bakabilmek! Moderniteyi yeniden yeniden sorgulamak ve her daim yüzeyde görünenin altına bakmak! Çağın getirdiği tehlikenin farkında olmak! O kahkahayı duymak! Ama sakın yaşamın anlamı bir dolmuşun arkasında yazılı
sözcüklerde olmasın:”Aslında çok da şeyetmemek lazım”
( Mahur Özmen) KÜNYE Eserin İsmi : Düşüş Yazar :
Albert Camus Çeviren :
Hüseyin Demirhan Yayınevi : Can
Sanat Yayınları Baskı :
31.Baskı 2017 İstanbul
|
» Aktif Ziyaretçi: 1 | » Bugün Gelen: 27 | » Toplam Ziyaretçi: 114095 | » Bu sitemizi ziyaretiniz |