Bir Film: Fellini'nin Peşinde
3422 Kere Okundu
Bir yönetmenin izinden gitmek ne anlama gelir? Hayal dünyasını nakış nakış işleyerek bize sevdiren bir
sanatçının müttefiki olmak yaşantımıza
neler katar? Çocukluğundan itibaren
biriktirdiklerini, en geniş anlamıyla zihniyetinin tüm kanallarını, filmlerinde sınırlandırılmış bir yaşamın öykü
parçacığını araç olarak kullanıp dışa vuran bir yönetmenden etkilenmek ve temalarını / karakterlerini rol model olarak bilincimize almak
ilişkilerimize nasıl yansır? Yönetmenliğini Taron Lexton’un
yaptığı “Fellini’nin Peşinde” (İn Search of Fellini) filminden geriye bize kalan bu
düşünceler. Küçük yaşlarından itibaren kendi
yarattığı kurmaca dünyasında yalnız şekilde var olmayı tercih eden ve siyah-beyaz
televizyonda izlediği filmlerin yarattığı düşlerde yaşayan Lucy’nın tesadüfen İtalyan Yönetmen Federico
Fellini’nin filmleri ile karşılaşması ile
tüm dünyası değişir. Sihirli sözcük "karşılaşma"dır; ancak bu karşılaşmanın gelip geçiciliğini ortadan
kaldıran, diğer herhangi bir karşılaşmadan ayıran ise karşılaşan kişini kültürel dünyası ile ona
verdiği tepkidir. Lucy hissettiği ama sözcüklere ve eylemlere
dökemediği yaşantı deneyimlerinin ve arzularının somut yansımalarını karşılaştığı Fellini
filmlerinde bulur. Artık tek bir isteği vardır; deha ile tanışmak ! Bu amaçla İtalya’ya
doğru yola çıkar ve her yolculuk
izlekli başarılı filmler gibi Lucy için bu sadece fiziksel mekan değişikliklerinden
ibaret bir yolculuk olmayacak, yol boyunca yaşadığı çatışmalar ile ister
istemez kendi iç dünyasında da değişimler oluşacaktır. Sinema düşüncelerin temsili ise,
temsil edilen düşüncenin anlaşılır ve sevilir olması bizim hayata yüklediğimiz
anlamlarla da ilgilidir. Oysa ne hazin bir gerçekliktir ki inandığımız
değerlerin inandığımız şekillerde temsilini bulduğumuz filmlerle bir arpa boyu
yol alamayız ve mutlu huzurlu korunaklı limanlarımızda öylesine bir dalgınlıkla
yaşamaya devam ederiz. Oysa savunmasız bırakarak gücünü daha iyi anladığımız değerleri sorgulayan filmlerle çıktığımız filmsel zaman / mekan yolculuğu sonunda artık yolun başındaki kişi
değilizdir; o yönetmen de asla izi tamamen unutulacak bir yönetmen değildir.
Dışarıdaki dünyanın aslında görünen dışında çok daha farklı bir gerçeklik
taşıdığına inanarak çıkıldığında yönetmenin (filmlerinin) karşısına, işte o karşılaşma sihir yaratır sıradan akıp
giden yaşantılarda. Sinemasal anlamda devrim
niteliğinde bir içerik ve biçim değişikliğine yol açarak dünya sinemalarını etkileyen
İtalyan Gerçekçilik Akımı’nın 40’ların sonlarına doğru yine İtalya’da coşkusunu yitirdiği zamanlarda ortaya çıkan F.Fellini, ilk zamanlarda akımın
etkisi altında kalarak çektiği filmlerden sonra 1960’larda gerçekliği aşan ve
kendi hayal dünyasını yansıtan filmlerle tekrar döner. “Sinema nedir?” sorusuna
“düşlerin belirli bir düzene sokulmasıdır” diyerek yanıt veren Fellini, düşleriyle
gerçekliği harmanladığı filmlere imza atar. Özellikle burjuvazinin görünen
dünyasının derinindeki çarpıklıklara
yönelttiği kamerası ve ele aldığı bu
konuları, klasik olay örgüsü formundan uzak bir şekilde absürd olay örgüsü ile
anlatması sonucu sinema tarihinde
müstesna bir yere sahip olur. Bu tarz bir sinemasal anlayışın seveni olduğu kadar ve
hatta daha çok sevmeyeninin de olacağı açıktır. Özellikle “Tatlı Hayat” ve “8.5”
filmleri ile ününü pekiştiren Fellini’nin klasik anlatıma en yakın filmlerinden olan “Sonsuz Sokaklar” karakterimiz Lucy’in de
en çok etkilendiği filmi olur. Filmin ana karakteri olan (Anthony Quinn’in canlandırdığı) sirk cambazına
benzer birisini görmesi ve kısa bir süre onu takip etmesinden sonra
kendini Fellini filmlerinin toplu gösterildiği bir festivalin kapısında bulur. Biraz
sonra beyaz perdede karşılaşacağı imgeler tıpkı onun dünyasında var olduğu gibidir:
hayal ile gerçekliğin sentezi ile deneyimlenen yaşantılar. Film boyunca Lucy’i Sonsuz Sokaklar’daki kadın
karakterin kıyafetine benzer bir kıyafetle görürüz. Karşısına çıkan karakterler ve
onların sürüklediği ilişkiler Fellini filmlerinin metaforları gibidir; ve
Lucy’in karşılaştığı her olay ve her karakter sanki Fellini’nin hayal
dünyasının perdeden yaşama inmiş temsilcileridir. Film biçimsel olarak bu bir
parça absürd dünyaya hizmet edecek şekilde kamera hareketleri, ışık ve kurgu ile de desteklenir. Lucy bu kimi zaman çılgın ve
absürd kimi zaman ise gerçekliğin somut durumlarında yaşadığı deneyimlerle geçen zaman aralığında daha fazla bilgi artı deneyim kazanarak büyür.
Aşık olur, ayrılık acısı yaşar, taciz edilir, sokaklarda parasız kalır ama asla
pes etmez; her defasında daha fazla güçlenerek çıkar ilşkilerden. Doğduğu ve büyüdüğü kasabada bıraktığı kanser hastalığı
sebebiyle son anlarını yaşayan annesi ve
teyzesi onu daha iyi tanıyabilmek için odasında buldukları Fellini’nin
filmlerini izlerler; “bana sevdiğin
öyküleri söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”, der gibi. Annesi ve teyzesi daha önce hiç çalışmayan, hiç aşk yaşamayan,
hiç dışarıda kalmayan ve 20 yaşında olup 13 yaşında gibi davranan Lucy’i artık merak
etmeyi bırakırlar. Öyküler farkında olalım ya da
olmayalım yaşantımızın en önemli işlevlerinden birisini yerine getirir: değerlerin
değer olarak sürmesi! Çocukluğumuzdan itibaren masallar dinleyerek başlayan algılama-bilgilenme
serüveni, hemen ardından haberlerle,
anlatı sanatlarıyla, birbirimize anlattığımız yaşadığımız geçmiş olaylarla,
beklentilerin ,hayallerin dile getirilmesiyle
vs sürer gider. Acaba
hangi öykülerin izinde gittik? ”Öykü erozyonu değerler erozyonunu
getirir.” (R.McGee) Neden bir öyküyü diğer öykülerden
daha çok severiz? Neden bir yönetmeni diğer yönetmenlerden daha ayrı bir yere
koyarız? Yaşamımızda farkında olmadan hangi öykünün ana karakterini model alır,
hangi öyküdeki arzunun peşinde yol alırız? “Yılmaz Güney’e benzemiyorum; çünkü Yılmaz
Güney bana benziyor” diyen çocuk, zamanında hep benzemeye çalıştığımız Yeşilçam
Sineması karakterlerinin çoğunun işlevsizliğini daha nasıl anlamlı
anlatabilirdi. Öykü anlatıcısı hiç bilmediğimiz
bir dünyada bizi bize anlatır; o dünyada kendi varoluşsal gerçekliğimizle
karşılaşırız. Onun yarattığı kurmaca / gerçek karakterlerinin izinde özgürlüğün nereden, nasıl geldiğini görürüz. Tıpkı Federico Fellini için hazırlanan belgeselde
söylendiği gibi “ O bize tekrar ışığa kavuşturabilecek
olan sihri ve ruhani gücü gösterdi.” Yapmamız gereken tek şey karşılaşmalara
belirli bir düşünce yapısı ile hazır
olmak! Yoksa daha çok filmler, romanlar okunduğu ve izlendiği anda içeriği boş bir kapak isminden ibaret
olarak belleğimizde yük olarak kalır ve her içsel / dışsal yolculuk başlamadan
sonlanır! FİLMİN KÜNYESİ: İsim : İn Search Of Fellini Yönetmen : Taron Lexton Yapım Yılı : 2017 Ülke : ABD Oyuncular : Ksenia Solo, Mario Bella, Enrico Oeticer, Mary Lyyn Müzik : David Campbell |
» Aktif Ziyaretçi: 1 | » Bugün Gelen: 18 | » Toplam Ziyaretçi: 114086 | » Bu sitemizi ziyaretiniz |